tek çeker günlüğü

 

 

Niye bilmiyorum; ben bu “Motosiklet Günlüğü” filminden ve müziklerinden çok etkilendim,

bu serseri yolculuğa da çok imrendim.

 

- 4 Ocak 1952 -

Filmin en başında; bilimsel serseri 29 yaşındaki biyokimyacı Aleberto Granado’nun hararetle, henüz tıp fakültesi öğrencisi olan 23 yaşındaki Ernesto Guevara de la Serna’ya yağ akıtan hurda bir Norton 500 motosikletle Buenos Aires’ten başlayıp Patagonya'ya, oradan Şili’ye, And Dağları’nın sırtından Machu Pichu’ya, daha sonra cüzzamlıların yaşadığı Peru Amazonu’ndaki San Pablo’ya, kıtanın kuzey noktası Venezüela’daki Peninsula Yarımadası’na, sonunda da Güney Amerika’nın kuzeydeki en uç noktası Guajiira Yarımadası’na varma planlarını haritada çizerken, yandaki masada uyuklamakta olan adamı gösterip:

 

 - Yoksa, hayatının onunki gibi mi olmasını istiyorsun?

 

sorusuydu, benim de yanıtlamam gereken.

 

Bisiklet, özellikle de motosiklet tehlikelidir,

iki teker üzerinde gider tek çekeriniz;

ıslak bir virajda, en ufak bir uyuklama ya da lastik patlamasında değişiverir geleceğiniz.

 

Eğer anlamsızca sürat rekorlarını zorlamak değilse niyetiniz, yeterince bilgili ve tedbirliyseniz,

kurallara önem verecek ve saygıda kusur etmeyecekseniz;

 

şehirde de binebileceğiniz, en kalabalık yerine çekivereceğiniz, iki pedal ya da üç kuruş benzinle diyarlar gezebileceğiniz, rüzgarın getirdiği iğde kokusunu ciğerlerinize çekebileceğiniz, yapmasanız da batan güneş ardınızdayken kollarınızı iki yana açıp gölgenize bakmak isteyeceğiniz, yolda fazla yer işgal etmeyeceğiniz, havayı fazla kirletmeyeceğiniz, bir otomobile yetmese bile paranız, biraz gayretle sahip olabileceğiniz, arkasına bir uyku tulumu, bir mat, bir de çadır attınız mı yedi yıldızlı tatil köylerine itibar etmeyeceğiniz, dilediğiniz dağda, koyda, köyde konaklayıp, gündoğumunda mis gibi ekmek kokuları arasında yeniden yollara koyulabileceğiniz,

 

bir yağız attır tek çekeriniz.

 

Evet; iki teker – tek çeker gerçekten tehlikelidir

ama tek kullanımlık yaşam,

yorganın altında, iki diz arasında,

içeriden yedi kere kilitlenmiş kapıların ardında korkudan titrerken değil;

 

ruh ve beden zahmet ederken, emek verirken,

cesaret edip, küt küt atan kalbin sesi dinlenirken,

ve karşılığı da mutlaka alınırken güzel değil midir?

 

Hiçbir şehir bisikletle aşılamayacak kadar büyük değildir; belki sadece biraz daha erken kalkmayı, bir de varınca tişört değiştirmeyi gerektirir.

 

İki teker üzerinde ulaşmak;

rüzgarla kucaklaşmak, kanatsız bir kuş olup yerde süzülmektir.

 

Yine de en muhteşemi; omuzunda güneşin başı, ya da bulutların gözyaşı,

kulaklıktan dolaşıma karışan müziğin ritminde

yürümek, yürümek, yürümektir.

 

Bir gün mutlaka trafikte tek yolculu kocaman araçlarla kilitlenmeler, camların arkasından sabah sabah sayıp sövmeler, park yeri aramakla geçen ömürler, değnekçilerce soyulup soğana çevrilmeler, otobüslere preslenmeler, ani bir inişte vurgun yemeler tarihe karışacak;

 

ince patikalar, beş şeritli bulvarlar,

sepetinde, selesinde kitaplar, yağmurluklar,

küçücük motoruyla okuluna, işine gidenler,

bele sımsıkı sarılmış yolculuk edenler,

pedala basanlar, yürüyenlerle dolacak;

 

zafer elbette küt küt atan kalplerin,

emek verenlerin,

üşenmeyenlerin,

 

"sonsuza dek genç"lerin olacaktır...

 

düş hekimi yalçın ergir      http://www.ergir.com